top of page
manja-vitolic-xw9SLGy_c6Y-unsplash.jpg

Oysa Biz Masallardaki Prensestik, Kurtarıcı Prensimizi Bekledik…

Masallar sadece çocuklarımıza anlatılan uyutucu, eğitici anlatılar değildir; aynı zamanda kültürel aktarımlardır. Anlatırken ve dinlerken farkına varmadığımız toplumsal kodlamalara sahiptir. Bunlar öylesine kodlamalardır ki; Grimm Kardeşlerin masallarına farkındalıkla bakarsak; bugünün dünyasında biz kadınların sömürüldüğümüzü nasıl fark edemediğimizi çok iyi anlayabiliriz. Bugünkü yazımın ana bakış açısını 2 kaynak oluşturuyor. Bunlardan ilki Duygu Demirer Şahin’in Seçilmiş Grimm Masallarında Kadın Figürü adlı yüksek lisans tezi, ikincisi MARIA MIES
VERONIKA BENNHOLDT-THOMSEN CLAUDIA VON WERLHOF’tan Son Sömürge: Kadınlar isimli kitaptır. Ve şaşırtıcı biçimde masallardan günümüz sömürüsüne gelen gerçeği görürüz.

 

Grimm masallarında gördüğümüz prenses, iyi kalpli genç kız, fakir ve yardımsever genç kız ve benzeri tanımlamalar aslında bal gibi de ataerkil düzen içinde ezilerek kendini gerçekleştirememiş, birey olamamış kadını anlatır. Bu kadının en büyük silahı ise güzelliğidir. Genel olarak bir arketipe oturur. Masallardaki kötü kadın, cadı gibi kadınlar ise aslında kötü değil, toplumsal dayatmaları sorgulayan ve onlara karşı çıkan kadınlardır. Yani bu masallarda kadınlar ya sonsuz iyi ya da sonsuz  kötüdür. İyileri mutlu son, kötüleri korkunç cezalar bekler. Mesaj nettir; ataerkil düzende erkeklerin istediği gibi olursak kabul görür ve “mutlu” oluruz. Şaşırtıcı değil mi?

Mesela masallar evliliği kadınlar için bir hediye olarak gösterir. Oysa gerçekte erkek için hediyedir. Neden? Çünkü kadın 5 kuruş para almadan evin bütün işini yapar, kocasına ve çocuğuna bakar, ama maalesef bir kinliği yoktur. Bütün bu ağır işleri yapar ama “ev kadınlığı” kadını eve kapatmanın bir tabiridir ve meslek bile sayılmaz. Masallarda kadın korunulacak zayıf bir varlıktır ve yeri erkeğin kanatlarının altıdır. Oysa ki; erke mutlak gücün, aklın ve bilginin sahibidir. Kararları o verir, doğrusunu bilir, sorgulanmak istemez, itaat ister.

 

Bu konuları biraz daha açalım: Masallardaki güzel kadınların ödülü olan kutsanmış evliliklerin olmazsa olmazlarından biri de çocuk doğurmak, çocuk sahibi olmaktır.  Kadınlar toprak ana gibi doğurgan ve verimli olmalıdır. Oysa; doğurdukları çocuklar kadınları daha da çok bağımlı kılar. Kadının evde olması, çok belirgin olan anne ve eş rolünü üstlenmesi ise esasen sorumluluktan kaçmaktır. Dünyayı tanımayan, üretken ve sosyal bir hayatın içinde olmayan biri esasen sorumlulukları da olmayan -çocuk ve evden başka- biridir. Ev işleri yaparak sorumluluk almayan kadın. Da kendi sahte güvenli dünyasını yaratır. Grimm kardeşlerin masalları kaleme aldığı dönemde, 19. Yy da kadınların ev işi, yemek, temizlik gibi kısıtlı becerilere sahip olmaları yeterliydi. Bir gün prensini beklemek, sorumluluk almaktan daha kolaydı.

 

Tüm bu bakış açıları kadını sömürdü. Tıpkı Doğa Ana’nın, farklı etnik kökenlerin de sömürüldüğü gibi. Yüzyıllar boyunca kadın çeşitli kalıplara sığdırıldı. Ancak bu kalıplar büyük oranda onun kendi kişiliği ve özgün kişiliği ile ilgili değildi.

 

Bugün dünyanın içinde bulunduğu durumun sorumlusu da erkeklerin kurduğu düzen. Tabii ki istisnalar var ama maalesef azınlıktalar. Son Sömürge kitabında belirtildiği gibi; bugün dünyaya hükmeden erkeklerin bugün yaşadığımız can alıcı sorunlara verilecek yanıtları yok ve onlar yolun sonuna geldiler. Yağmalanmış bir Doğa’da insan türü olarak yaşayamayacağımızın farkında değiller. Evet, belki bilincimizin teknoloji yardımıyla sonsuza dek bedel dışında yaşaması olasılıkları üzerinde çalışılıyor; ama insanı insan yapan şey aynı zamanda bu bedende olarak, büyük varoluşun bir parçası olarak, dokunarak, dinleyerek, görerek hissederek yaşamak değil mi? Victor Emil Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında anlattığı ve beni derinden sarsan bir şey var: Nazi kampında, aklımızın hayal bile edemeyeceği sertlikte ve insanlıktan uzak geçirilen günlerde, duyguları donmuş haldeyken bile mahkumlardan birinin heyecanla gelip diğer mahkumları çağırıp gökyüzünün güzelliğini göstermesi ve sen ne güzelsin Dünya demesi. İşte insan olmak böyle bir şey.

 

Bugün kapitalizm öncelikle doğayı, ucuz iş gücü veren erkekleri, etnik kökenli insanları ve kadını sömürerek varlığını sürdürmektedir. Son yıllarda ortaya çıkan Ekolojik gıda ve Üçüncü Dünyanın “doğal” ürünleri de metadır. Bu ülkelerdeki kadın ve çocukların  ürettiği ürünlerden oluşan alternatif pazarlar da kapitalist dünyanın pazarlarıdır ve yine onlar ucuz üreticiler olarak pazarda yer almaktadır.

 

Bu konuda söylenecek çok fazla şey olduğu kesin; ancak kadınlarınn onları kurtaracak prensini bekleyen prenseslikten. Feminist harekete uzanan ve kendi haklarını alan, almaya çabalayan hareketine gelince; doğal kaynak muamelesi gören, sömürülen, evlere kapatılan kadınların mücadelesi 19. Yy ve 20. Yy başlarındaki birinci dalga feminist hareketle kadınların oy hakkı başta olmak üzere “yasal” eşitsizlikleri tersine çevirmeye odaklandı. Devamında 1960-1980 arası ikinci dalga feminizm ile kültürel eşitsizlikler, cinsiyet normları ve kadınların toplumdaki rollerine odaklandı. 1990 ve 200 lerde ikinci dalganın devamı olarak 3. Dalga feminizm hareketi oluştu.

 

İkinci feminist dalganın ortaya çıkmasında etkin olan Fransız yazar ve düşünür Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins adlı kitabında önemli bir tespit bulunmaktadır: Beauvoir,  “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Diyerek kadınlığın sadece biyolojik bir özellik değil, aynı zamanda  toplumsal bir örüntü olduğunu ifade etmiştir ki; yazının başında halk söylencesi olan, yüzyıllar boyunca anlatılan masallardaki kadınların durumu da bunu göstermektedir. Beauvoir’a göre kadınların “mahrem” alanda, “kişisel” olarak yaşadıkları şey, aslında toplumsal yapının bir parçasıdır ve değiştirilebilir. Kapitalizmin bir parçası olarak Büyük güzellik endüstrisi bugün hala daha bizleri gençlik ve güzellik üzerinden var olmaya çağırmaktadır. Maalesef bugün halen daha  cinsiyet eşitliğinde sıkıntılar yaşamaktayız. Ancak unutmamalıyız ki; buradaki tek suçlu artık ataerkil / kapitalist düzen ve erkekler değil, bunların olmasına izin veren,kendimizi sadece belirli sıfatlara indirgeyen biz kadınlarız.

 

Va yazımızı yine masallara atıfta bulunarak bitirelim. Bireylerin kişiliklerinin oluşmasında etkili olan ilk karşılaştığımız kişilerin, annelerimizin anlattığı masallar değiştiğinde, kızlar sadece prenses olmayacak, erkekler sadece kurtarıcı ve tüm gücü elinde bulundurmak zorunda olan ve kadınlardan itaat bekleyen erkekler olmayacak, hayatın içinde yan yana birlikte yaşayan, öğrenen, çalışan ve dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesinde etkin olan karakterler olacak.

 

Kızlar, bizleri kurtaracak bir prens yok, kendi kurtarıcımız bizleriz.

 

 

 

Kaynakça:

https://www.atauni.edu.tr/yuklemeler/8e591a4b6893ce2042b73603fd7886ac.pdf (Seçilmiş Grimm Masallarında Kadın Figürü, Duygu Demirer Şahin, Yüksek Lisans Tezi, 2014, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı)

 

 


ree


 
 
 

Yorumlar


bottom of page